Görmeden sevdiğim bir adam Murat Menteş. Kimisi mahallenin yaramaz çocuğu gözüyle bakıyor ona. Bazıları tutkun onun yazdıklarına. Absürt hikâyeler, farklı karakterler görüyorum ya onun kitaplarında, ben de seviyorum Menteş’i. Bu topraklarda yaşamış kim varsa, öyle geliyor ki bana illa kendinden bir parça bulabilir onun kitaplarında, konuşmalarında.
Bir gece vakti lambadan çıkan bir cin gibi bir yazısı belirdi ekranda. Menteş’in şiirlerine tesadüf etmedim hiç. Açıp şiirlerini de okumamışım. Nesir iyi yazıyorsa bir yazar, şair olamaz mı? Bir önyargıdan ziyade bilmiyordum ki şiir yazdığını. Ne ise ne, kötü bir zamanlama bu ilk karşılaşma için. Tam olarak rasyonel, şehirli, beyaz yaka tiplerin yapay ilişkilerinin kenarında, kıyısında yaşamanın ne denli beni sıktığıyla alakalı görüş alışverişinde bulunuyorken kendimle, işte o anda Güvercin’in Kaybolan Gerdanlığı belli etti kendini. Ne yaslı bir geceydi. Bu şiir uyutmadı beni. Etrafımı sardı kelimeler, bayrağı çektim ve kalenin içine hücum eden harfler, kelimeler ve sonra aşağıdaki şiir yazıldı…
(Bu şiirin dayandığı bir kaynak var, ona değinmeden yarım kalacak gibi. Endülüs medeniyetinin yetiştirdiği ünlü hukukçu, edebiyatçı, dil bilimci ve şair İbn-i Hazm’ın hemen hemen bütün dünya dillerine çevrilen aşkın mahiyetini ve ruhunu anlattığı eser Güvercinin Gerdanlığı kitabı. Aynı zamanda meraklısına Bab’Aziz’in Tunuslu yönetmeni Nacer Khemir’in eseri beyaz perdeye uyarladığı, aşkın 60 ismini arayan hattat çırağı Hasan’ın gördüğü bir rüya peşinde içine düştüğü masalı anlattığı bir film de bulunmaktadır. Kitabı okumanız, filmi izlemeniz şiddetle tavsiye edilir.)
Geceyle gündüzün arasında duran ateşten çalgı
kapatırdı gölgemi ezik kanatlarıyla
şairlerin çekindiği bir edeb bitkisiydim
her sabah ellerini hayretle karşılayan
eşsizdim katılamadığım için dansa
kanayan alkışlar da kopamadı beni
toprağın gizlediği çok eski savaşlardan
Oklarımı ve yayımı çıkardım
upuzun bir keman içinden
buruşuk bir ırmak haritası
ve yazılı sayfalar vardı kuşağımda
ben geçide koşarken
(Koşarken ben geçide
değişir gözlerimin sayfası
bir bıçak bilenir kuzgunlardan
harfler döner etrafımda ve
“geç kalmış” yazarlar gömleğime)
Kırlara sinmiş o sabahın külleri
gibi duymadığım bir ses penceremi kırınca
defterimi kapardım upuzun bir merdiven-
le çıkardım geçmiş günler katına
gözlerimi yakılan bir kitaba çeviren
Hayat veren kaynaktan gecikilen menzile
mücevherler taşımanın kaygılı macerası
kemanımla kara bir ırmağı eşledi
aşkın kemiklerle dolu vadisini geçerken
seslenirdim ve sözümü keserdi
ağzımın çevresinde yürüyen kertenkele
İhtiyar koro:
Konuşmayı müşkül kılıyor
Kelamın kutsiyetine inanmak
Şair:
ve dilinin altında çakıl taşları
deliden farksız oluyor insan
tek başına söyledikçe şarkılarını
Gölgenin şarkısı:
Yere inmeyen bir yağmurun altında
toprağa veriyorum yolumu kaybettiren feneri
ben yolun kendisiyim çünkü yürürken
ve senin için bir kılavuzum
geçerli bir işaret yaratıcı katında
Şair:
Şimdi ben kimin tarlasına yaslanayım
demedim hiç ey müjdeli haberlerin yaprağı
senin barakandır gizlendiğim karanlık
mevsimin fosforunu çaylaklar eşelerken
seni korumak için kırıksız bir ayna bulmalıyım
Hekim:
Bir ayna horoz sesi gelmeyen bu bataklıkta
rüyalardan yapılmış bir sığınak
neyin nesi bu içinden çıkılamaz yolculuk
Tanrım ışıktan kanatlarım ne zaman kapanacak
İhtiyar koro:
Konuşmayı müşkül kılıyor
Kelamın kutsiyetine inanmak
Şair:
Savaşın patikasında yürüyen sırlara karışır
şifa veren bir suya eğilmektir öç almak
şahitlik zor duruma soksa da bizi
konuşmayı mümkün kılar
kelamın kutsiyetine inanmak
İhtiyar koro:
Varlığımızı sükunete adadık biz her vakit
arındıran bir selamla başlardık söze
bizi sevinçli ve dingin kılardı
yağmurun herkese söylemeye uğraştığı sözler
birbirine dua eden iki seyyah idik
ayrı denizlerde çıksak dahi sahile
tabiat bize aynı kıssayı anlatırdı
her kalp çünkü benzerini kendine çeker
Gölge:
Böylece sınırını belirler kişi
yolculuk ve bekleyiş böylece mümkün olur
yitirileni bulmak için yeniden
oysa ben kapının kendisiyim eşiğe vardığımda
geçebilmem için bir yerden
önce kendimden geçmem gerek
Şair:
Ey canımın gün geçtikçe koyulaşan tortusu
gecenin köpük şenliği seninle başlar
harflerin gözlerimden sürekli dökülüşü
işte geçidin orda bir deniz kemanlardan
hızla geçelim kayaların içinden haydi
yaşayan hayranlık ve coşkuyla yaşar
Orkestra şefi:
Yalnızca vahşet insanı dik tutar fakat
bilir misin kimdir bir orkestra şefi
onlarca yırtıcıya söz geçiren yırtıcı
eğer ayakta kalmak istiyorsan
çıkarmalısın kendi çok sesli yangınını
unut ancak unutarak uzaklaşabilirsin
bir piyanonun saldırısından
deri değiştirir viyolalar gecede
koruyucu bir zırhın olmalı kırılmış çalgılardan
Şair:
Öylesine yıprandı ki sözler bu çağda
en büyük ateşi sessizlik yakar
Hekim:
Hiç kimsenin birbirini tanımadığı bu şehirde
ben hariç herkesten iki tane var
İhtiyar koro:
Ah yolundan etmiyor kimseyi artık
bir elma ağacının selam verişi
nadir bu zamanın çürümeye bıraktığı meydan saati
Hani biz bir ses bekliyorduk
seslenince bizi bir sesleniş kılacak
bulutlar her şeyi biliyor
bu yüzden yok olana dek ağlıyorlar
Şair:
Yanağımı yağmura dayamış bekliyorum
Hangi büyü getirecek bana geriye
güvercinin kaybolan gerdanlığını
Ne zaman çıkaracağım tanrım
bu yarasa kolyesini boynumdan
Bir ses:
Yağmurlu kanatlarıyla çorak yüzüme uğrayan
sevinç kuşlarına toprak yağdıran gece müziği
yakıldıkça dayanılmaz bir güney çağrısı olan
başaklar mevsimin güç bela silinen lekeleri